15 Kasım 2012 Perşembe


flaş.. flaş.. flaş.. diye girilen bir haber mi daha çok dikkatinizi çeker yoksa sıradan, yalın bir anlatım ve teknikle hazırlanıp, öylece önünüze sunulan bir haber mi?
visual style üzerine konuşarak konunun ana temasını oluşturan ve henüz okumadıklarınızı böyle zaman öldürücü terimlerle heder etmek istemem elbet. o yüzden böyle konu dışı gözükse de, mutlaka bağlantılı olan ama özünde saklı tutulan konuları düşünmek yerine, size nacizane bir teklifim olacak. 
Şöyle ki : Her sabah ister sıkı bir gazete okuyucusu olarak elimize bir gazete almış, ister internet haberciliğini sevmiş pc başına oturmuş isterse de bu pazarda büyük bir pay sahibi olan televizyon ekranları önüne geçmiş güncel konulara dair bir bilgi, bir haber edinmiş olmayalım. Muhakkak çoğumuzun ''acaba yine ne yazmış, ne demiş'' düşüncesiyle takip ettiği yazarlar olmuştur. onlar yazmışlardır; biz okumuşuzdur, yine onlar bildirmiş; biz yine yorumlamışızdır. Bazen de o kadar sert çıkmışızdır ki hemen oracıkta bir Gazeteci-Yazar olmak istemişizdir, tüm dünyanın yükünü sırtlanırcasına cesaretlenmişizdir. Haykırmak, dile getirmek 'Hayır. O, öyle değil!'' dercesine sitem etmek, karşı gelmek.. Yanlışı düzeltmek istemişizdir. Yapmadığımız şeyler de olmuş elbet; haksızlıkları görmezden gelmemişiz mesela, sessiz kalmamış, yerimizde duramamışızdır.
Durum 'ben de varım, benim de söyleyecek sözüm var' tırnağı içerisinde çoktan yerini haykırışlara bırakmışken ve kıvılcımlar kor kor alevlenip nice leyl'leri aydınlatmaya da yüz bulmuşken, Değişim ve Gelişim Platformu'nun ruhundan bahsetmemek, Mecnun misali çölde Leyla'sını arayan biri olarak Adıyaman'ı sadece bir toprak parçası olarak görmek ve göstermek istemem elbet.
Daha çocuk yaşta iki genç yazarın bir araya gelerek oluşturmaya çalıştıkları şapka çıkartılacak türden bir oluşumun iksirini içmemiz gerektiğini ve Değişim ve Gelişim Platformu'ndan öy

14 Ekim 2012 Pazar

Avşar Güzeli


''Oy beni beni yar beni beni
 Yar değil misin
 Beni bu hallara koyan sen değil misin''

en başta şunu belirtmek isterim ki, eğer bir yazar okuyucuları için yazdıkları arasında duygularına yer vermiyorsa ve öyle kuru kuruya kalemini sallayıp tutuyorsa sizin de taktir ettiğiniz üzere o yazar okuyucuların gönüllerine girememiş ve kalplerine bir ritim bile dokunduramamış demektir.

Bir sabah kalkarız ve herşeye kaldığımız yerden devam edeceğimizi düşünürüz bazen, bazen de ''hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, elbet daha da iyi olacak'' deyip yeni bir güne başlarız..

Gün içerisinde yaşananları bazen anlamlı bulurken bazen de anlamsızlaştırarak o gün kalktığımız tarafa veririz tüm yaşanılası ve görülesi zamanları.. Bunu Sağ-Sol Kavgaları görmüş 80'li yılların Türkiye'sine bağladığım filan yok, bilesiniz. O kadar kutuplaşmaya alışmışız ki demokratik bir hiyerarşi kurduğumuza sevinir, mutlu olabiliriz. Hatta o da yetmezmiş gibi kendi kurduğumuz demokratik düzende birilerini ezmenin gerekliliğini bir ''değiştirilemez kural''olarak benimser insan sevgisini geri plana iteriz. 100 yıllık Cumhuriyet Tarihi'nde bunların birini bile yapmışsak 2071 yılının Türkiye'sinde bunların binini yapmayacağımız ne malum?!

Gerçekler her zaman göründüğü gibi değildir, çünkü anlaşılan her zaman görünen olmuştur! eğer görünenin aksine onca şeyin altında yatan nedenler aransa belki o zaman filozofun birine dünyanın en zor şeyi nedir sorusu sorulduğunda sözdür; çünkü anlamak da güçtür, anlatmak da cevabı verilmeyecek.

Yoksa nasıl merkezci bir anlayışla bir merkezi otorite kurarak merkezkaç kuvveti etrafında deliler gibi dönüp durabilirim? Böyle bir yol izleyerek, asıl sonucun merkezden dışarı çıkıldığında alındığını fark etmiş olmam bir şeyleri biraz daha sevdirmez mi?

Yoksa "Bazen ne kadar küçük olduğunuzu görmek için çok yükseklere çıkmanız lazım" sözü nasıl olurda tüm dünyanın alkışını toplar? Bunun ancak en yüksekte duran bir insan tarafından söylenmiş olması gerekmez mi?

Tekrar başa dönerek ''ya arkadaş, bu ne diyor böyle'' sözlerine bir cevap niteliğinde tüm yazılanları birbirine bağlamak isterdim lakin dedik ya dünyanın en zor şeyi sözdür; ne anlamak kolay gelir bunu, ne de anlatmak. Hele yazılanlar bir de duygu harmanına karışmış rüzgarda savrulmuşsa.. Hadi gelde çık işin içinden çıkabilirsen..

Velhasıl-ı Kelam
Günün birinde İtalya'da matematik okuyacağım aklıma gelmezdi, Allah nasip etti, okuduk. O günleri elbet oturup uzun uzadıya anlatmak isterim size, yaşanılması gereken ve gerekmeyenlerle, tüm herşeyi sizler için yazmaya hazır olduğumu belirtmek isterim. Fakat İtalya'da bulunduğum zamanlarda 21.11.2010 tarihinde öyle bir şey kaleme almışım ki gerçekten ''Mustafa, bunca uğraş boşa, yazmalısın mısralardaki sırları, bağlayıp da anlayana'' düşüncesine sevk ediyor.

Affınıza sığınarak, asıl anlatmak istediklerimi, herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde kaleme aldığım ve gecenin bir vaktinde hayal ufkumun tepelerindenden süzülen aşağıdaki kelime özleriyle dile getirmek istiyorum:

Hasretinden Dağlar Yıkan Gecelerde Ağlar Oldum..
Hani Benim Candan Yanan Hislerimde Senin Sevdan!

Haşmetinden Bağlar Çıkan Hecelerde Ağlar Yoldum..
Hani Benim Candan Yanan Hislerimde Senin Sevdan!

30 Eylül 2012 Pazar

Türkiye’nin Genç Milletvekili Faik Tunay: “Geleceğin değil, bugünün gençleriyiz”

Mustafa Alagöz

Güne Bakış Gazetesi ve Gazete Adıyaman Yazarı Mustafa Alagöz, genç yaşta siyasete atılan, önce Anavatan Partisinde Gençlik Kolları Genel Başkan Yardımcılığı yapan, sonra CHP’den İstanbul Milletvekili seçilerek, Türkiye’nin en genç milletvekillerinden olan, genç yaşına rağmen de başarılı bir kariyerin sahibi Faik Tunay ile bir söyleşi yaptı. Alagöz sordu, Tunay cevapladı.


Adıyaman’ı Görmek İstiyorum
Türkiye Gündemi şuan sizinle ilgili haberlerle meşgulken, röportaj talebimizi kırmayıp, böyle yoğun bir zamanda bizlere zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Tüm haber siteleri ve ulusal kanallar gündemdeki sıcak konulara dair sizle alakalı yorumlar yaparken, bir an da olsa gündemden sıyrılıp 'sessiz, sakin' olarak bilinen Adıyaman ilimize dair sizin düşündükleriniz neler olacaktır?
Adıyaman, her zaman gelip görmek istediğim ama o bölgede görmediğim nadir illerden bir tanesi. Kısmet olursa en yakın zamanda gelmek istiyorum. Adıyaman ve bölgenin benim siyasi yaşamımda ki yeri önemli 2001 yılında Anavatan Partisi Gençlik Kolları Genel Başkanlık seçiminde iki aday yarışmıştı benim de listesinde olduğum Baki Mert özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesin deki il başkanlarımızın desteği ile seçimi kazanmıştı ben de o süreçte Genel Başkan Yardımcısı olmuştum o zamanki Adıyaman  il başkanımız Hasan Acet'in seçim sürecinde lehimize yaptığı çalışmalar unutulmaz.

Gençler, ülkenin bugünü, yarını değil
Gençlere ve Geleceğe Işık'' sloganınızı bir genç olarak çok beğendim. Bu güzel slogan ile çıktığınız ''Milletin Vekili'' olma yolunda mecliste görev yaptığınız 1 yıl süreyle gençlere yönelik ne gibi çalışmalarda bulundunuz? Gelecekte ülkemiz, milletimiz adına ve özellikle gençlerimize yönelik yapılması gereken somut projeleriniz ve politikalarınız var mıdır, varsa nelerdir?
Gençler bizim geleceğimiz sözü benim hep moralimi bozar ve bu cümleyi kabul etmem her duyduğumda da nazik bir biçimde tepkimi ortaya koyarım. Gençler bu ülkenin bugünü, geleceği değil. Çünkü biz gençler de ilerde orta yaşlı, daha sonra da yaşlı olacağız. Yani gençlik kalmayacak. Bu biraz da ‘siz sıranızı bekleyin’ temennisi bence. Bir milletvekili ben şunları şunları yapacağım derse çokta samimi olmaz. Bugünkü sistem biraz yürütme ağırlıklı, yani bireysel olarak vekillerin çok bir fonksiyonu yok. Elbette ki bir vekil önerge verebilir, kanun teklifi verebilir, belirli konuları sıkı takip edip gündem yaratabilir ama tek başına yasa yapamaz. Benim hedefim siyasette nezaket ve zarafeti hep ön planda tutmak ve dili değiştirmek. Özellikle bunlar ile genç nesle örnek olmak amacım. Şerif Mardin'in güzel bir sözü var diyor ki ‘Türk siyaset tarihi karalamaların, ithamların, iftiraların tarihi’ maalesef çoğu zaman bu böyle ama bizler genç nesil bunu değiştirmek için bir şeyler yapabiliriz bence. Muhalefet iktidarın aldığı oy oranını kabul edecek, içine sindirecek, ‘ben neden alamıyorum’ diye kafa yoracak ama iktidarda ‘ben yüzde elliyi aldım, istediğimi istediğim gibi yaparım’ demeyecek. Kendisine oy vermeyen bir yüzde ellinin de olduğunu unutmayacak. Bunlar olursa bu ülke temel meselelerini çok daha hızlı çözer, sorunlar minimuma iner.

Bile Bile Zor Olanı Seçtim
3 yıldan fazla farklı farklı ülkelerde yurtdışı hayatınız oldu. Yurtdışına çıkmadan önce ANAP'ta politika yapıyordunuz 2007 yılında tekrar ülkeye döndüğünüzde ise Anavatan Partisi'ni bıraktığınız gibi bulamadınız tabi. Politikaya ara vermiş, kendi işinizi yaparken CHP'den, Mustafa Sarıgül'den aldığınız teklifle tekrar politikaya döndünüz. Şimdi CHP'nin en genç milletvekili sıfatıyla 'milletin vekili' olma yolunda ilerliyorsunuz. 2007 yılında yurtdışından döndükten sonra başbakan veya yakın çevrelerinden sizi tanıyanlar var mıydı? Mustafa Sarıgül'ün teklifinden önce hükümet kanadından size bir teklif geldi mi/gelebilir miydi/gelseydi cevabınız ne olurdu? Yoksa yine CHP'de renkli bir kişilik olarak yer alır mıydınız?
Hep söylüyorum benim siyasete girmemdeki temel etken Anavatan Partisi ve rahmetli Özal’dır. Anavatan Partisi ve Özal Türkiye'de bir zihniyet devrimi yapmıştır. Bununla beraber gerçek anlamda milletin değerlerini istismar etmeden, samimi bir bicimde, bizden biri olarak uzun zaman sonra göreve gelen ilk liderdir.1999 yılında ilk başladığım gün neyi söylüyorsam, neyi savunuyorsam bugünde şükür aynılarını savunuyorum. CHP'de olmam fikirlerimi değiştirmem için bir neden olamaz. Benim amacım buraya zenginlik katmak. Neden CHP? Bakın Türkiye'nin normalleşmesi için benim gibi örneklerin çoğalması gerektiğine inanıyorum. Keşke CHP'de daha fazla merkez sağ kökenli insan olsa. Keşke AKP'de daha fazla sosyal demokrat ya da Alevi olsa. İşte o zaman bu kadar sert kavgalar olmaz, kutuplaşmalar olmaz. Bizim gibi insanlar arada denge unsuru olur. Yoksa geçmişte sağda siyaset yapan herkes AKP'ye, geçmişte solda siyaset yapan herkes CHP'ye gitse nasıl sağlanacak denge? Nasıl uzlaşma sağlanacak? herkes aynı dili konuşacak, farklı ses çıkmayacak, karşı tarafla empati yapacak kimse olmayacak al sana işte kamplaşma, kutuplaşma ve ayrışma.
Kemal Bey genel başkan olduktan sonra beni partiye davet ettiler, gelecek planlarını paylaştılar. Değişim ve dönüşümü anlattılar. Ben de her zaman samimiyetlerine inandım ve bu surece taşın altına elimi, hatta gövdemi koyarak katkı sağlamak istedim. Aslında bile bile zor olanı seçtim. Bugün birileri tarafından benim merkez sağ kökenli oluşum kullanılıyor ve bana saldırılıyorsa ne kadar zor bir ise kalkıştığım daha iyi anlaşılır.
Biraz da kadere kısmete inanmak lazım sizin dışınızda da bazı şeyler gelişiyor ve hayat sizi bazen alıp bir yerlere götürüyor. CHP İstanbul Milletvekili oldum. Elbette ki doksan yıllık bir partide siyaset yapmak kolay değil. CHP Türkiye'nin en eski partisi. Burada ki yapı diğer partilere benzemiyor. Çok farklı, gayet de doğal ama şu da bir gerçek ki partinin enerjiye, gençlere ihtiyacı var. Gençlerin ve kadınların çok aktif olmadığı bir parti milletin teveccühünü kazanamıyor. Milletimiz artık körü körüne ideolojilere oy vermiyor, hizmete oy veriyor. Takım tutar gibi parti tutulmaz. Elbette ki partilerin temel ilkeleri olur ama onun haricinde farklı fikirler olmalı, ‘farklılıklar en büyük zenginliktir’ anlayışı hâkim olmalı. Yoksa küçük bir zümreyle, kapalı bir yapıyla başarı gelmiyor, gelmiyor. Faik Tunay partiye davet edilirken herkes düşüncesini, yapısını biliyordu. Kabul edilerek alındı. Şimdi oyun başladıktan sonra ‘sen merkez sağdan geldin, sen Özal hayranısın’ gibi şeyleri öne sürmek, ötekileştirmeye çalışmak bence, çok etik değil.

Yabancı dil politikamız yok!
‘Bir lisan, bir insan; iki lisan, iki insan’ sözünü çok iyi benimsemiş ve 5 dil bilen biri olarak gençlerimizin 'yabancı diller' konusundaki duyarsızlığına nasıl bir çözüm üretebiliriz? fikirleriniz nelerdir?
Üniversite mezunu olmak çok önemli ama bugünün dünyasında en önemli şey yabancı dil. Meşhur bir söz var ya, ‘bir dil bir insan’ gerçekten çok doğru. Tabi ki bir yabancı dili öğrenmek imkân meselesi, kolay değil ama artık birçok burs imkânı var, hem yurtiçin de hem yurtdışın da. Bunları iyi takip etmek lazım, araştırmak lazım, değişim programlarını takip etmek lazım. Evet zor, kolay değil ama hayatta hiçbir şey imkânsız değil istenirse, inanılırsa Allah’ın da yardımıyla yapılır. Yabancı dil politikamız yok. Ben karar veren pozisyonun da olsam buna çok önem verirdim ve devletin imkânlarını zorlayarak bu sahaya kaydırarak her okuldan yazın başarılı en az 10 öğrenciyi yurtdışına minimum bir ay programlara gönderirdim. Yurtdışını gören insan, yeni insanlar tanıyan, farklı kültürleri gören insan başka olur vizyonu ve dünyası değişir.

Gençler siyasetle mutlaka uğraşmalı
Nüfusumuzun yarısı 30 yaşın altında, yaş ortalamamız 29,5 ve geçen yıl ilk kez 2011 seçimlerinde 1992 doğumlu olup 3 milyon üzerinde genç arkadaşımız oy kullandı. Tüm bu istatistiklere bakarak ve partinizin de en genç milletvekili olarak gençlerimiz politikada ne kadar etkili, Türkiye politikasında yeterince yer alabiliyor mu? Biz gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Dedim ya biz gençler ülkenin bugünüyüz geleceği değil bunun bilincinde olalım. Nüfusun yarısı biziz. Bu ülkenin üretken gücü biziz. En başta kendimizi iyi yetiştirelim. Çok okuyalım. Unutmayalım ki en iyi dost kitaptır. Kitap okuyan insan farklı düşünür, hayal dünyası başkalaşır, hitabeti kuvvetlenir... Gençler mutlaka siyasetle uğraşmalı. Hangi siyasi partiye gönül veriyorsa mutlaka kaydolmalı, korkmamalı, gidip siyaset yapmalı. İşe gençlik kollarından başlamalı. Yani işin mutfağından başlamalı, adım adım zorlukları aşmalı. Zaman geçtikten sonra pes etmezse görecek ki bambaşka bir insan olmuş.
Bu dönem biraz daha farklı 35 yaşın altında bizler meclise girdik. Önemli bir gelişme ama sorumluluğumuz ağır farkındayım. Zaten gençlerin önünü açan bir sistem yok. Maalesef bizler iyi çalışmalar yaparsak, topluma örnek olursak ve en önemlisi millete ‘bu Gençlerde is var, ne varsa onlarda var’ı dedirtebilirsek bir daha ki donem daha fazla genç arkadaşımız buralarda olur. Elbette ki tecrübesiz bir gençlik tek başına zorlanır. Büyüklerimizin bilgisine, hayat tecrübesine ihtiyacımız var ama enerji olmadan, tecrübe bir şeyi ifade etmez.

Onlar demokrasi şehitleri
Adnan Menderes'in ölümünün 51. Yıldönümünde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği törenine katılmanız ve sonrasında sosyal medya aracılığı ile Adnan Menderes'i anmaya davet edişiniz bazı CHP'lilerce pek de hoş olmayan sözlerle karşılandı. Twitter üzerinden size ve Menderes'e hakaretler yağdıran bu kesimin hemen sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu'nun Menderes'in kabrini ziyaret etmesi üzerine bu ziyarete alkış tutmasını nasıl yorumluyorsunuz? Bunun merkez sağdan gelmeniz ile bir alakası var mıdır?
Rahmetli Menderes ve arkadaşlarına bir kez daha rahmet diliyorum. Onlar demokrasi şehitleri. Elbette ki rahmetlinin de hataları olmuştur, siyasi yanlışları olmuştur. Kim hayatta hatasız mümkün mü? Ama ne olursa olsun milletin oyları ile seçilmiş bir başbakanı kimse idam sehpasına götüremez. Bakın Menderes'i idam edenler veya o kararı verenler kim? İsimleri nedir? Kim biliyor? Ama Menderes hala milletin gönlünde çok farklı bir noktada. İdamdan sonra yüzbinlerce yeni doğan çocuğa ‘Adnan’ ismi verilmiş. Ben anıt mezarın yakınlarında işim oldukça giderim, duamı okurum. Özal'ın kabri de yanında. Ona da sık sık giderim. İlk yaptığım şey değil ki ama Faik Tunay merkezden sağ kökenli olunca birilerinin zoruna gitti. Tabi ki sosyal medya üzerinden edep ve adap çizgisinden uzak bir şekilde bana saldırdılar ama bir gün sonra genel başkan da ziyaret etti ve bu insanlar tek kelime ses çıkarmadılar ilginç olanda buydu.

Elde silah varken barış olmaz
BDP'li Sırrı Sakık evlat acısı yaşarken Sayın Başbakan nezaket göstererek telefon açması ve Sırrı Sakık'ın 'Akan kanın durması, evlat acısına son verin' şeklindeki çağrılarına karşılık Erdoğan'ın 'ben elimden geleni yaptım, ancak cevap alamadım' sözlerini nasıl yorumluyorsunuz? 2011 seçimleri ardından bu meclisin öncelikli çözmesi gereken konular arasında 'Kürt Sorunu' olduğunu belirtmiş bir vekil olarak hükümetin bu yöndeki politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncesinde İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in 'terörü en kısa zamanda bitirme' sözü, şimdilerde ise Bülent Arınç'ın terörle mücadele konusunda 'Yılsonunda çok iyi bir noktaya gelmiş olacağız' şeklindeki beyanatları dikkate alınarak PKK'yı bitirme noktasında muhalefet partileri ile yeni bir konsensüs oluşturulacağını anlayabilir miyiz?
BDP bu sorunun çözümü noktasında önemli bir konumda ama maalesef onlar ülkenin partisi olamadılar. Israrla da olmak istemiyorlar. Siyasette ilk düğme yanlış iliklendiği zaman sonra ki düğmeler doğru iliklenemez mümkün değil. BDP ısrarla yangına körükle gitme gayretinde. Şimdi bir BDP'li vekil çıksa meclis kürsüsünden ‘şehitler bizim de içimizi acıtıyor, keşke olmasa’ dese ne olur? Hava bir anda nasıl değişir? Ama olmaz ütopya bu, hayal maalesef.
Siz ‘barış istiyoruz’ diyeceksiniz ama ısrarla birileri devlete savaş açacak ve bu savaşta Türk -Kürt ayrımı yapmadan insanlar ölecek, baskı, korku ve sindirme politikası izlenecek. Bir de elde silah varken barış olmaz. Önce silahlar bırakılır, sonra barış konuşulur. Bu bütün dünyada böyledir. Düşünün, sizinle birisi kavgalı. Araya birileri giriyor. ‘artık bu husumet bitsin yeter’ diyor ve bir şekilde çabalar sonucu bir araya geliyorsunuz ama karşı taraf daha içeri girer girmez silahını gösteriyor ya da tehditvari konuşarak, yani ‘her an silahıma sarılırım’ havası ile sizinle konuşuyor o ortamda barış olur mu? Kimse kimseyi kandırmasın olmaz. Devlete silah bıraksın demek ve bunu ön koşul olarak sunmak da kabul edilir bir şey değil. Elbette ki BDP Kürt vatandaşlarımızın hassasiyetini on planda tutacak ama ne zaman tüm Türkiye'nin partisi olur, o zaman çözüme yaklaşırız. Kaldı ki Kürt vatandaşlarımızın hepsi de BDP'ye oy vermiyor. Buradan da BDP'nin çıkarması gereken dersler var. BDP ve PKK'nin ne zaman ki Kürt vatandaşlarımız üzerinde ki vesayeti kalkar, o zaman çözüme yaklaşırız. Bu noktada devlete de, makam mevki sahibi iyi konumda ki Kürt vatandaşlarımıza da önemli görevler düşüyor. Biraz daha cesur olmaları lazım.
Biz siyasiler sadece cenaze törenlerinde bir araya gelirsek maalesef terör daha canımızı çok yakar. Elbette ki kimsenin elinde sihirli değnek yok. Kırk yıllık dert, sorun bir günde bitmez ama kararlılık, dayanışma, diyalog dosta düşmana korku salar. Yalnız siyasilere değil STK'larada büyük iş düşüyor. Özellikle Kürk kardeşlerimize artık onlar özellikle makam ve mevki sahibi olanlar, büyük şehirlerde iyi konumlarda olanlar çıkıp bin yıllık kardeşliğimize vurgu yapmalı. Terör örgütünün aradaki bir nifak tohumu olduğunu söylemeli. Bakın 1984 yılında ilk şehidimiz Süleyman Aydın'ın annesi Türkçe bilmiyordu. Bu örnek bazı şeyleri çok daha net anlatıyor bence. Devlet geçmişte yanlışlıklar yaptı. Yapmasaydı zaten bu nokta da olmazdık. İnkâr, red politikaları ile bir yere varılamaz. Herkes kimliğini rahatça, özgürce ifade edebilmeli. Bizler doğarken anamızı, babamızı, doğacağımız yeri seçebiliyor muyuz, mümkün mü?  O zaman niye ayrım yapıyoruz? Adam Kürt, hayır kardeşim sen değilsin denmiş yıllarca. Olur mu, olmamalı ama olmuş işte. Artık bu devirler geride kaldı. Birileri geçmişte yapılan yanlışları öne sürerek, biraz da yaraları kaşıyarak başka başka istekler de bulunuyor. Bu ülkede Kürtler yalnız Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yok ki. İstanbul, Ankara, İzmir, Muğla, Trabzon her yerde var. Biz nasıl birbirimizden ayrılırız. Kız almışız kız vermişiz. Birbirimizden ayrı bağımsız yaşamıyoruz ki nasıl olur. Allah korusun, işte bu ülke için felaket senaryosu olur. Herkes haddini bilsin. Boş hayallerin peşinde koşmasın. Geminin içerisinde hepimiz varız. Batarsak hepimiz batarız bunu unutmayalım.

Hep daha iyisini hedeflemek lazım
Herkes safını belirlemiş belli bir ideolojik fikre hizmet ediyorken siyasette çok yeni ve genç milletvekillerimizden biri olmanıza rağmen bu kadar farklı kesimden insanın gönlüne hitap etmenizi, her görüşün takdirini toplamanızı ne ile açıklıyorsunuz? Yoksa biz geleceğin teminatı gençler olarak alışılmışlığın dışında siz genç liderlerle birlikte yeni bir yüze sahip bir siyaset mi buluyor olacağız?
Siyaset statik değil dinamik bir saha. Değişmeyen tek şey değişimin kendisi lafının belki de en doğru uygulama sahası siyasettir. 21. yüzyıl, yenidünya düzeni insanları, kurumları, partileri, yaşam şekillerini değiştiriyor. İnsanoğlu hep ileriye gitmek ister. Kimse geriye gitmek istemez. Onun için hep ileriyi, daha iyisini hedeflemek lazım. Millete rağmen değil, milletle beraber siyaset yapma anlayışına hâkim olan her zaman kazanır. Kısa vade de kaybediyor gözükse bile milletin gönlünde yer edinir ve millet onu alır, bir yerlere getirir. Bizim milletimiz belki âlim değildir ama ariftir, yani her şeyin farkındadır. Son yıllarda ülkemiz hızla kutuplaşma ve kamplaşmaya doğru gidiyor. Okunan gazeteler ve izlenen TV kanalları bile ayrıldı. Türk, Kürt, Sünni, Alevi ayrımı var. Allah aşkına ne oluyor bize? Siyasetçilerin biraz daha dikkatli olmaları lazım. Milleti ayrıştıran değil birleştiren bir dile ihtiyaç var. Sanırım kişi, inanç ve fikir ayrımı yapmadan herkese eşit mesafede duran yaklaşım, milletimiz tarafından takdir ediliyor.

Milletimiz ordusunu kışlada sever
Darbeler ve yeni Anayasa 'da demokrasi hakkında ki düşünceleriniz?
Siyasetçileri cezalandıracak tek kurum millet olmalıdır demokrasi ve sandık. Millet takdir ederse oyunu verir, iktidara getirir. Yok beğenmezse sandıkta cezasını keser, iktidardan uzaklaştırır. Demokrasi dışı arayışlar bu ülkeye bir şey katmaz. Hedefi ileri olan bizleri demokrasi dışı arayışlar geri götürür. Milletimiz ordusunu sever ama kışlada sever. Dünyanın neresinde asker ocağı için peygamber ocağı denilir, var mı başka örnek, bulunamaz. Askerlerin temel vazifesi ülkeyi dış tehditlerden korumak olmalıdır siyasetçilere çekidüzen vermek değil bu milletin işidir.

11 Eylül 2012 Salı

Bir Sonsuzluktur Gidiyorum..



Kaçır beni âhenk, al beni birlik; 
Artık barınamam gölge varlıkta. 
Ver cüceye, onun olsun şairlik, 
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.


Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

Twitter: @alagozmustafa


Çok Kültürlü Adıyaman Buluşması


'Grundtwig' projesi, Adıyaman Gençlik ve Kültür Evi ile İpek Yolu Kalkınma Ajansı tarafından Çok Farklı Kültür Anlayışı İçerisinde Gerçekleşti 


24 farklı ülkeden Adıyaman İlimize genç öğrenci geldiğini ve 18 bin euro bütçeli proje ile Adıyaman'da söz hakkına sahip olmanın yararından bahseden İpek Yolu Kalkınma Ajansı Proje Koordinatörü Osman Sert, "Toplamda 20 tane Avrupa'dan gelen katılımcımız var. Herkes normalde örgün eğitim alabiliyor. İlköğretimde, ortaokulda, üniversitede gereken örgün eğitimi alıyor fakat yetişkin eğitimi dediğimiz Halk Eğitim Merkez'lerinde verilen eğitimlerden kimsenin haberi yok. Daha doğrusu bununla ilgili genel olarak bir bilgileri yok. Bu insanların burada bulunma amacı yetişkin eğitiminde nasıl bir yol izlenmeli? Ve bu yol nasıl olmalı? Bununla ilgili genel olarak. Bilgi sahibi oluyorlar. Dolayısıyla buradaki insanların çoğu doktora öğrencisi yada bu yolda ilerleyen öğretmen olacak öğretmen olabilecek niteliğe sahip insanlar." dedi.

Ulusal Ajans'ın Hayat Boyu Öğrenme ve Gençlik Programları eğitmeni Tuğba Çanşalı konu ile alakalı " Çeşitli çalışmalar yapıyoruz, oyunlar yapıyoruz. Bunlarla farklı öğrenme yaklaşımları üzerinde duruyoruz. Çok eğeleniyorlar ama aynı zamanda çok fazlada şey öğreniyorlar. Özellikle bir takım bilgileri oyunlarla aslında öğrenebileceğimizi deneyimleyerek daha iyi öğreneceğimizi ve o bilginin çok daha kalıcı olacağını görüyoruz. Bu çalışma süresince." diyerek görüşlerini bildirdi.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Güzellik mi Çirkinlik mi; Havuz Başında Heykellik mi?


Adem'den gelmek bizleri 'bir' yaparken, dünya gibi 510 Milyon km²'lik bir coğrafyada yaşamak da elbet bizleri 'farklı' kılacaktır. Bu yüzdendir ki insanlık tarihinden günümüze kadarki süreçte insanların yaşam biçiminde en büyük etkenin hep 'coğrafya' olduğunun gerekçesine varılmıştır. Tabi bunu Tarih gösteriyor bizler de görüyoruz. Durum böyle giderse, o zaman üzülerek belirtmek isterim ki bizden sonraki nesiller de böyle görmeye devam edecek gibi!
10 Eylül 2012 Tarihli Güne Bakış Gazetisi'nde
Emniyet Müdürlükleri Önüdeki Tehlikeleri Dile Getirmiştim

Bir Fırat, bir Dicle, bir Tuna, bir Nil, Amazon, Sakarya.. kendi öz kaynaklarından çıkıp yine kendilerinin oluşturduğu tarihi yataklarında akarken Mısır Diyarı'nda yaşayan birinin kendi topraklarını koruma uğruna çıkıp da Matematik İlmi'nin temellerini atarak bir tarih bir bilim oluşturabiliyorsa, Makedonya Hükümdarı Büyük İskender ile akraba olan bir prensin oğlu Mithradates Kallinikos tarafından da Kommagene Krallığı gibi Nemrut'lar, Cendere'ler inşa edilmezdi elbet! peki ya Asurlar, Hititler?
Ninova'lar Babiller?

Kabul ediyorum, çok eskilere gittim, anlaşılması güç olabilir, bir de şurdan yakalım o halde. 

Necip Fazıl Kısakürek, sadece bir kez gelip de o meşhur, dillere destan, gönüllere ferman, Sakarya Türküsü'nü yazmadı; bunu hepimiz biliyoruz. Üstad'ın, Adapazarı Tren İstasyonu'ndan Sakarya Nehri'nin suladığı topraklara ayak basmadan tekrar geri dönmesi, ne kendisini suçlu kılar ne de Türküsü'nü anlamsız! Yoksa o zamanın MTTB Sakarya Şubesi Yönetim Kurulu Üyelerinden M. Selahaddin Şimşek’in “Üstadım, bize öğüt ve emirleriniz nelerdir?” sorusuna, Necip Fazıl’ın; 

"Ey genç adam, bu düstur sana emanet olsun,
Ötelerden habersiz nizama lanet olsun”

şeklinde cevap verdiği bilinmezdi.

Derdim ne bir 'kinaye' ne de bir 'tevriye'! Bir şeyleri anlatmak için düşündürmekten yana olmamdır sadece. Şimdi bahsedeceğim olayı da yine bu yönde dile getirmem de sizleri yukarıda yazılanlarla birlikte düşündürmesi tek arzumdur. çünkü "Günümüzü anlamak için, Tarihi iyi okumak gerek!"

Son iki haftamı, Türkiye'nin bir başka tarihinde bir ilk sayılacak ve Gençlik Bakanlığı'nın ev sahipliğini yaptığı 'Lider Gençlik Kampları'nda geçirmiş olmam vesilesiyle benim için ikincisi sayılacak bu okuduklarınız tamamen çok farklı bir içeriğe sahip olacaktı. Lakin zaman ve mekan bazen insanları hiç ummadığı yönde düşündürebiliyor. tıpkı şu an sizin bu okuduklarınız gibi..

Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleşen 4 günlük Matematik kampının ardından Kocaeli Üniversitesi'ne geçmiş, yine 4 günlük sıkı bir düşünce maratonu yaptığımız Felsefe Kampı'ndan çıkmıştım. Çok önceden planladığım Ukrayna ziyaretimi gerçekleştirmek maksadıyla tekrar İstanbul'a dönmeye karar verdiğimde amcamın "Bayrampaşa Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nün oraya gel, bitişiğinde polis malzemeleri satan bir dükkandayım" sözü üzerine amcamı ziyaret etmek istedim ve yanımdaki arkadaşımla birlikte sora sora Bayrampaşa Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü 'nün önüne kadar geldik. Asıl kıyamet kopartan olay da tam da burada cereyan etti.

Olayın meydana geldiği yeri tarif etmekte yarar görüyorum. 
Ana caddeden ayrılan bir sokağın hemen 100 metre ilerisinde iki çatal bulunuyor. birinci çatalda mahallenin ara sokaklarına giden küçük bir sokak hemen ikinci çatalın başında da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Ana Giriş Kapısı bulunuyor. 100 metrelik bir alanda ise sağlı sollu polis malzemeleri satan dükkanlar ve en önemlisi hergün o merkezden girip çıkan polislerin oturup yemek yedikleri lokantalar ve cafeler sıralanmış.

Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nü yanımdaki arkadaşımdan önce fark etmiş ve 'sormana gerek yok' gibi tüm uyarıları yapmış olmama rağmen Kafede oturan bir polise arkadaşım 'Çevik Kuvvet nerede' diye sormasıyla polis memurunun ''Ne yapacaksınız?'' cevabı hiç şaşırtmadı beni. çünkü sırt çantam öyle böyle sırtta taşınacak gibi değildi. 2 haftalık kamp zamanında ihtiyaçlarım ve tabiki yurtdışı gezim için sırt çantam nerdeyse 20 kg ağırlığında ve normalin çok üstünde bir şişkinlikte görüntüleniyordu.Bu nedenle  Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü önünde bir polise yaklaşarak, çok ötelerden dahi okunan ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü yazısı da gözler önündeyken iki tane gencin böyle gereksiz bir sorusuna böyle çok gerekli bir soruyla karşılık vermesi son derece haklı bir tutum tabiki de. Bunun üzerine hemen duruma müdahale etmek için Amcamı beklediğimi söyledim. işin ilginci aynı anda da arkadaşım beni göstererek 'dayısını beklediğini' ve 'burda beklememiz gerektiğini' söylemesin mi! 

Bir doğru yaparak 3 yanlışı telafi edebileceğini öğreten bir sistemden mezun olmuş birinin "tam karşınızda duruyor gençler, işte şurada bakın!" sözleri "amcanıza benden selam söyleyin" mahiyetinde olması kadar doğal bir durum değil mi sizce?

Güzel memleketimin güzel insanı görevinin gerektirdiklerini bilmeksizin saf duygularının vermiş olduğu mutlulukla arkasını dönüp devam ederken kendisini az öncekinden daha çevik! sanan bir başka polis memuru sivil kıyafeti ile sokağın karşı tarafından beni ve sırtımda sanki zorla yüklenmiş ve taşımakta pek de memnun olmadığım bir yük taşımaktan ötürü yüzümde yer edinmiş ifadeleri süzdüğünü fark etmem beni o an heyecanladırtmadı değil tabi.

Tüm bu düşünceler ışığında  Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Ana Giriş'inde bekleyen polisleri de incelerken gözüm uzun zamandır görmediğim amcamı da arıyordu."nerde kaldı şu amcam" derken birden karşı taraftaki sivil görünümlü polisten bir ses geldi: (bu arada üstündeki kıyafetler, saç, sakal tarzı, tam da işine uygun bir haldeydi ve kimliğini göstermeyene kadar da onun polis olduğunu kesinlikle bilemezdim) "Ne arıyorsunuz gençler" derken elini arka cebine atarak uzaktan uzağa kimliğini bizlere gösteriyordu. yine sevgili arkadaşım "arkadaş dayısını bekliyor" cümlesini kurarken ben çoktan "amcamı bekliyorum" diyecektim. öyle de oldu. Çelişkili konuşmalar, tereddütler, zaman, mekan ve en önemlisi anormal derecede taşınması güç bir sırt çantası... her şey herşeye uygundu! tabi ben öyle sanıyordum. cins varlıklar varlık gerekçesini vurgularken, işler özel varlıklarda yine karmaşıklığa doğru gidiyordu.

Daha fazla kendi yorumlarımı katmadan tüm yazılanları sizlerin yorumlarınıza bırakarak cevaplanması gereken bir kaç soruyla sonlandırıyorum:

1- Kafede oturan polis neden tüm çelişkili konuşmalara rağmen bizleri durdurmadı?

2-Sırtında aşırı yüklenmiş bir çantayla 5.000 polisin koğuşlandığı bir merkezi soran birisine nasıl olur da bir polis memuru yol gösterir?

3-Sivil polis, sokağın başında beklemesi gerekirken Ana Giriş'te ne işi var?

4-Aynı sivil polis, yine aynı yüklü bir çantayı sırtlanmış birini sokağın başında durdurup araması gerekirken arama zahmetinde bulunmayıp, sorumsuzca sadece uzaktan kimliğini göstererek duruma müdahale etmesi kadar yanlış bir tutum var mı?

5-Şimdi Polis Malzemeleri satan dükkanda oturmuş tüm bunları yazarken Sivil Polis olarak görevlendirilen Türkiye Cumhuriyeti Polis Memuru, neden kafede oturmuş arkadaşlarıyla gırgır şamata geçiyor!

Şimdi anlıyorum neden Afyonkarahisar'da 25 şehit oluyor! Şemdinli'de 10 şehit veriyoruz. yine şimdi daha iyi anlıyorum niçin bu Ülke'nin bir Uludere'si var ve hergün medyasında şehit haberleri basılıyor!

Şimdi tüm bunları anlarken, keşke çocukluğumda, hep çocuksu, mahsum, eğlendiren yönüyle hafızalarda kalsaymış dediğim başka şeyleri de soruyor ve anlıyorum!

"Güzellik mi çirkinlik mi havuz başında heykellik mi?"

Sizce tüm bunlar böyle bir ülkede hiç normal değil mi!?

@alagozmustafa'dan gerçekler: "Şehit olmak mı.. Ne yani! Sanki Türkiye'de mi yaşıyoruz!"


Yeni Bir Dünya


İlkler her zaman en zor olmuştur. İlk doğum, ilk nefes, hayata düşe kalka atılan ilk adım. sonrasında aşka atılan ilk bakış ve duyulan ilk heyecan..

Bir kalbin ilk kez ritmini bozması en korkutucu şeyse şu ölümlü dünyada, ilk defa düşüncelere esir olmak ve yatamamak da bir o kadar korkutucudur gecenin bir yarısında, sıcak bir uykunun bölündüğü soğuk bir anda.

İlkler olmasa, en zor anlar damarlara varıncaya kadar an be an hissedilmese; sonları getiren zincirin de son halkası olamayacak belki de.

Tarihimizin ilk kahramanlık öyküsü Dede Korkut düşünce yorup ilk kez kaleme alınmasa, Mehmet Akifler, Necip Fazıllar çıkıp da ilk kez bu milletin edebi ruhunu ateşlemeyeceklerdi.

Osman Paşa sorun çıkartan komşularla uğraşmak yerine kendi beyliğinde, kendi benliğiyle sınırlı kalsaymış, ne Kanuni Sultan Süleymanlar, ne de 'O ne güzel komutan!' vecizesini üstlenebilecek Fatih Sultan Mehmetler tarih sahnesine adlarını yazdırabileceklerdi.

Ya da düşman ülkeleri bu topraklara sahip olmak isterlerken Mustafa Kemal bir askeri okulda okuyup da Kurtuluş Savaşı'na katılmasa bu ülke ne bir Çanakkale Destanı'ndan söz edebilecekti ne de bir ilkokul çocuğu Ulubatlı Hasan'ı konuşuyor olacaktı.

'Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız, bir harf katipsiz olamaz, biliyorsun.' sözü Üstad Bediüzzaman Said Nursi tarafından belki söylenmese bir 'başlangıç'ın, bir 'ilk'in önemi bu kadar da iyi kavranamayacaktı.

'İlk kez mutlu oldum' sözü ve yine 'hayatımda hiç tatmamıştım', 'bunu ilk kez gördüm', 'ilk kez birine aşık oluyorum', 'sen benim ilk aşkımsın' sözleri yüzyıllardır ancak bir 'ilk'in ardından söylenmiş ve söylenebilecek sözler olmuştur.

'Oku! Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!' ayeti Yüce Kitabımızı oluşturan 6666 ayetin 'ilk'i değilmiydi? bu ilkin sonrasında alemlere rahmet, Yüce İnsan tir tir titreyerek sevdiği ilk insana 'üzerimi örtün' diyerek bir ilki yaşamayacak mıydı? İlk ayet, ilk sure, ilk cüz.. Kendisine her şey kolay gelen Yaratıcımız tarafından indirilmesine rağmen Bedir savaşında, Uhud Meydanı'nda Allah ve Peygamber sevdalılarının kanları çorak topraklara dökülmedi mi? Hamzalar şehit olmadı mı? Yine ilk kez Mekke fethedilirken, İstanbul fethedilirken tırnaklarla tarihe kazınan isimler olmadı mı?

Bir Mekke, Bin İstanbul'ken; Bir İstanbul, Bin Mehmet Akif olabiliyorsa
Bir insan, bin dünya; bir dünya, BİR harf olmaz mı?

Dünyaları zapt etmeye kafi gelen bir ömür nasıl olur da kısa sanılır, şaşarım! ömürün kocalığı nasıl olur da dünyaya verilir, bıkarım!

Ağızdan çıkmış yemin titreyen yüreğe güç verir. 

Sizler için kaleme aldığım bu yazı benim için bir ilk oluyor ve bu  zor ilki sizlerle birlikte tarih sahnesine kazdırdığım için de büyük bir mutluluk duyuyorum. Ve yine böyle anlamlı bir ilki Güne Bakış'ta Naif Karabatak editörlüğünde yayınlıyor olmam da ayrı bir güzel ve gurur verici.

Koca bir Dünya küçücük bir Kıvılcım ile yanıp tutuşabiliyorsa işte buyrun size Yeni Bir Dünya!

Mustafa Alagöz
Güne Bakış Gazetesi - 31 Ağustos 2012