16 Nisan 2014 Çarşamba

"Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz."

Müslümanlar, tahkiki iman sayesinde tam ihlası elde ettikleri için, dünyevi hiçbir
menfaat onları kardeşlerine tercih ettiremez. Yani dünya menfaati noktasında daima
kardeşini kendine tercih eder. Bir maddi menfaat söz konusu olsa, bu menfaati önce
Müslüman kardeşine takdim eder. Kendi nefsini ileri sürmez.

Maddi menfaat, insanların en çok aldandıkları ve en çok tamah edilen bir konu
olduğu için, bu hususta kardeşini kendine tercih eden, diğer hususlarda kolaylıkla
fedakarlık yapabilir.

Özellikle iman ve Kur'an hizmetinde ise makam, şeref, teveccüh gibi nefsin mükafat
ve lezzet saydığı şeylerde samimi bir Müslüman, kardeşini kendinin önüne geçirmesi
gerekir. İşte Allah katında en makbul makam budur. Şayet tersini yapıp, makam ve
teveccühte kendi nefsini kardeşinin nefsinin önüne sürerse, samimiyetten düşer ve
Allah katında da değer ve makamı kalmaz.

Bu konuda şöhret şiar olmuş insanlar sahabelerdir. Sahabelerdeki bu haslete "isar"
denilmiştir. Yani kendisi muhtaç olduğu halde, başkasına nimet vermek, cömertlik
ve ikrâmda bulunmak demektir.

Üstat bu manayı şöyle tarif ediyor:

"Sahabelerin, sena-i Kur'aniyeye mazhar olan "İsar hasletini"
kendine rehber etmek, yâni hediye ve sadakanın kabulünde
başkasını kendine tercih etmek; ve hizmet-i diniyenin mukabilinde
gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden, sırf
bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâsdan minnet almıyarak ve hizmet-i
diniyenin mukabilinde de almamaktır.Çünki hizmet-i diniyenin
mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki ihlâs kaçmasın.
Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem
zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez; belki verilir.
Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu
kadar kanaatkârane başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini
kendi nefsine tercih etmek sırrına mazhariyetle, bu müdhiş
tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir."(1)

Sahabelerin binlerce misalinden bir tane misal:

Sahabeler toplanmışlar, derin bir huzur ve mutluluk içinde Allah Resûlünü
dinliyorlardı. Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Âl-i İmran Sûresi’nden şu âyet-i kerimeyi
okuyordu.

“Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil
de iyisini vermedikçe, olgun bir imana kavuşamazsınız. İmanda en
yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en
hoşuna gidenini bağışlayınız.”(Âl-i İmran, 3/92.)

Âyet-i kerimeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyenlerden Ebû Tâlhâ’nın
Medine’de Peygamberimiz (asv)'in mescidine yakın bir yerde, içinde altı yüz hurma
ağacı bulunan pek kıymetli bir bahçesi vardı. Sık sık dâvet ettiği Resûlûllah (asv)’a
burada ikramda bulunurdu. Bu zât derin bir çoşku içinde âyet-i kerimeyi dinledikten
sonra ayağa kalkarak şöyle dedi:

“Yâ Resûlûllah, benim servetim içinde en kıymetli ve bana en
sevgili olan, şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan
itibaren Allah rızası için onu, Allah’ın Resûlüne bırakıyorum.
İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.”

Bu sözleri söyledikten sonra Ebû Tâlhâ, sevinçli ve neşeli bir hâlle kararını
uygulamak için Mescid’den çıkarak bahçeye doğru gitti. Ebû Tâlhâ’nın
hanımı Rumeysâ, bahçedeki bir hurma ağacının gölgeliğinde oturmuştu.
Tâlhâ, bahçe duvarına kadar geldi ama içeriye girmedi. Onun geldiğini gören
hanımı Rumeysâ:

“Ebû Tâlhâ, duvarın dışında ne bekliyorsun, içeri gelsene?” dedi. Ebû Tâlhâ:

“Ben içeri giremem, Rumeysâ, sen de eşyânı toplayıp dışarı çıkar mısın?”
dedi. Rumeysâ biraz şaşırdı:

“Neden, bu bahçe bizim değil mi?” Ebû Tâlhâ:

“Hayır, artık bu bahçe bizim değil, şu andan itibaren Medine fukârasınındır.” dedi.

Sonra da, Hz. Peygamber (asv)’den dinlediği âyet-i kerimeyi ve verdiği
kararını hanımına anlattı. Rumeysâ hanım bu sözler karşısında, hiç tereddüt
etmeden şunu sordu:

“İkimiz nâmına mı, yoksa sadece kendi şahsın için mi bağışladın?”

“İkimiz namına bağışladım” cevabını alınca da:

“Allah senden razı olsun Ebû Tâlhâ. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe,
ben de aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir tülü cesaret
edemezdim; Allah bu hayrımızı kabûl buyursun, bekle öyleyse
bahçeden çıkıp ben de yanına geliyorum!”(2)

Dipnotlar:
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a.
(2) bk. Buhâri, Müslim, Tirmizî

Sorularlarisale.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumlarınız benim için değerlidir.