10 Eylül 2012 Pazartesi

Güzellik mi Çirkinlik mi; Havuz Başında Heykellik mi?


Adem'den gelmek bizleri 'bir' yaparken, dünya gibi 510 Milyon km²'lik bir coğrafyada yaşamak da elbet bizleri 'farklı' kılacaktır. Bu yüzdendir ki insanlık tarihinden günümüze kadarki süreçte insanların yaşam biçiminde en büyük etkenin hep 'coğrafya' olduğunun gerekçesine varılmıştır. Tabi bunu Tarih gösteriyor bizler de görüyoruz. Durum böyle giderse, o zaman üzülerek belirtmek isterim ki bizden sonraki nesiller de böyle görmeye devam edecek gibi!
10 Eylül 2012 Tarihli Güne Bakış Gazetisi'nde
Emniyet Müdürlükleri Önüdeki Tehlikeleri Dile Getirmiştim

Bir Fırat, bir Dicle, bir Tuna, bir Nil, Amazon, Sakarya.. kendi öz kaynaklarından çıkıp yine kendilerinin oluşturduğu tarihi yataklarında akarken Mısır Diyarı'nda yaşayan birinin kendi topraklarını koruma uğruna çıkıp da Matematik İlmi'nin temellerini atarak bir tarih bir bilim oluşturabiliyorsa, Makedonya Hükümdarı Büyük İskender ile akraba olan bir prensin oğlu Mithradates Kallinikos tarafından da Kommagene Krallığı gibi Nemrut'lar, Cendere'ler inşa edilmezdi elbet! peki ya Asurlar, Hititler?
Ninova'lar Babiller?

Kabul ediyorum, çok eskilere gittim, anlaşılması güç olabilir, bir de şurdan yakalım o halde. 

Necip Fazıl Kısakürek, sadece bir kez gelip de o meşhur, dillere destan, gönüllere ferman, Sakarya Türküsü'nü yazmadı; bunu hepimiz biliyoruz. Üstad'ın, Adapazarı Tren İstasyonu'ndan Sakarya Nehri'nin suladığı topraklara ayak basmadan tekrar geri dönmesi, ne kendisini suçlu kılar ne de Türküsü'nü anlamsız! Yoksa o zamanın MTTB Sakarya Şubesi Yönetim Kurulu Üyelerinden M. Selahaddin Şimşek’in “Üstadım, bize öğüt ve emirleriniz nelerdir?” sorusuna, Necip Fazıl’ın; 

"Ey genç adam, bu düstur sana emanet olsun,
Ötelerden habersiz nizama lanet olsun”

şeklinde cevap verdiği bilinmezdi.

Derdim ne bir 'kinaye' ne de bir 'tevriye'! Bir şeyleri anlatmak için düşündürmekten yana olmamdır sadece. Şimdi bahsedeceğim olayı da yine bu yönde dile getirmem de sizleri yukarıda yazılanlarla birlikte düşündürmesi tek arzumdur. çünkü "Günümüzü anlamak için, Tarihi iyi okumak gerek!"

Son iki haftamı, Türkiye'nin bir başka tarihinde bir ilk sayılacak ve Gençlik Bakanlığı'nın ev sahipliğini yaptığı 'Lider Gençlik Kampları'nda geçirmiş olmam vesilesiyle benim için ikincisi sayılacak bu okuduklarınız tamamen çok farklı bir içeriğe sahip olacaktı. Lakin zaman ve mekan bazen insanları hiç ummadığı yönde düşündürebiliyor. tıpkı şu an sizin bu okuduklarınız gibi..

Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleşen 4 günlük Matematik kampının ardından Kocaeli Üniversitesi'ne geçmiş, yine 4 günlük sıkı bir düşünce maratonu yaptığımız Felsefe Kampı'ndan çıkmıştım. Çok önceden planladığım Ukrayna ziyaretimi gerçekleştirmek maksadıyla tekrar İstanbul'a dönmeye karar verdiğimde amcamın "Bayrampaşa Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nün oraya gel, bitişiğinde polis malzemeleri satan bir dükkandayım" sözü üzerine amcamı ziyaret etmek istedim ve yanımdaki arkadaşımla birlikte sora sora Bayrampaşa Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü 'nün önüne kadar geldik. Asıl kıyamet kopartan olay da tam da burada cereyan etti.

Olayın meydana geldiği yeri tarif etmekte yarar görüyorum. 
Ana caddeden ayrılan bir sokağın hemen 100 metre ilerisinde iki çatal bulunuyor. birinci çatalda mahallenin ara sokaklarına giden küçük bir sokak hemen ikinci çatalın başında da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Ana Giriş Kapısı bulunuyor. 100 metrelik bir alanda ise sağlı sollu polis malzemeleri satan dükkanlar ve en önemlisi hergün o merkezden girip çıkan polislerin oturup yemek yedikleri lokantalar ve cafeler sıralanmış.

Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nü yanımdaki arkadaşımdan önce fark etmiş ve 'sormana gerek yok' gibi tüm uyarıları yapmış olmama rağmen Kafede oturan bir polise arkadaşım 'Çevik Kuvvet nerede' diye sormasıyla polis memurunun ''Ne yapacaksınız?'' cevabı hiç şaşırtmadı beni. çünkü sırt çantam öyle böyle sırtta taşınacak gibi değildi. 2 haftalık kamp zamanında ihtiyaçlarım ve tabiki yurtdışı gezim için sırt çantam nerdeyse 20 kg ağırlığında ve normalin çok üstünde bir şişkinlikte görüntüleniyordu.Bu nedenle  Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü önünde bir polise yaklaşarak, çok ötelerden dahi okunan ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü yazısı da gözler önündeyken iki tane gencin böyle gereksiz bir sorusuna böyle çok gerekli bir soruyla karşılık vermesi son derece haklı bir tutum tabiki de. Bunun üzerine hemen duruma müdahale etmek için Amcamı beklediğimi söyledim. işin ilginci aynı anda da arkadaşım beni göstererek 'dayısını beklediğini' ve 'burda beklememiz gerektiğini' söylemesin mi! 

Bir doğru yaparak 3 yanlışı telafi edebileceğini öğreten bir sistemden mezun olmuş birinin "tam karşınızda duruyor gençler, işte şurada bakın!" sözleri "amcanıza benden selam söyleyin" mahiyetinde olması kadar doğal bir durum değil mi sizce?

Güzel memleketimin güzel insanı görevinin gerektirdiklerini bilmeksizin saf duygularının vermiş olduğu mutlulukla arkasını dönüp devam ederken kendisini az öncekinden daha çevik! sanan bir başka polis memuru sivil kıyafeti ile sokağın karşı tarafından beni ve sırtımda sanki zorla yüklenmiş ve taşımakta pek de memnun olmadığım bir yük taşımaktan ötürü yüzümde yer edinmiş ifadeleri süzdüğünü fark etmem beni o an heyecanladırtmadı değil tabi.

Tüm bu düşünceler ışığında  Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Ana Giriş'inde bekleyen polisleri de incelerken gözüm uzun zamandır görmediğim amcamı da arıyordu."nerde kaldı şu amcam" derken birden karşı taraftaki sivil görünümlü polisten bir ses geldi: (bu arada üstündeki kıyafetler, saç, sakal tarzı, tam da işine uygun bir haldeydi ve kimliğini göstermeyene kadar da onun polis olduğunu kesinlikle bilemezdim) "Ne arıyorsunuz gençler" derken elini arka cebine atarak uzaktan uzağa kimliğini bizlere gösteriyordu. yine sevgili arkadaşım "arkadaş dayısını bekliyor" cümlesini kurarken ben çoktan "amcamı bekliyorum" diyecektim. öyle de oldu. Çelişkili konuşmalar, tereddütler, zaman, mekan ve en önemlisi anormal derecede taşınması güç bir sırt çantası... her şey herşeye uygundu! tabi ben öyle sanıyordum. cins varlıklar varlık gerekçesini vurgularken, işler özel varlıklarda yine karmaşıklığa doğru gidiyordu.

Daha fazla kendi yorumlarımı katmadan tüm yazılanları sizlerin yorumlarınıza bırakarak cevaplanması gereken bir kaç soruyla sonlandırıyorum:

1- Kafede oturan polis neden tüm çelişkili konuşmalara rağmen bizleri durdurmadı?

2-Sırtında aşırı yüklenmiş bir çantayla 5.000 polisin koğuşlandığı bir merkezi soran birisine nasıl olur da bir polis memuru yol gösterir?

3-Sivil polis, sokağın başında beklemesi gerekirken Ana Giriş'te ne işi var?

4-Aynı sivil polis, yine aynı yüklü bir çantayı sırtlanmış birini sokağın başında durdurup araması gerekirken arama zahmetinde bulunmayıp, sorumsuzca sadece uzaktan kimliğini göstererek duruma müdahale etmesi kadar yanlış bir tutum var mı?

5-Şimdi Polis Malzemeleri satan dükkanda oturmuş tüm bunları yazarken Sivil Polis olarak görevlendirilen Türkiye Cumhuriyeti Polis Memuru, neden kafede oturmuş arkadaşlarıyla gırgır şamata geçiyor!

Şimdi anlıyorum neden Afyonkarahisar'da 25 şehit oluyor! Şemdinli'de 10 şehit veriyoruz. yine şimdi daha iyi anlıyorum niçin bu Ülke'nin bir Uludere'si var ve hergün medyasında şehit haberleri basılıyor!

Şimdi tüm bunları anlarken, keşke çocukluğumda, hep çocuksu, mahsum, eğlendiren yönüyle hafızalarda kalsaymış dediğim başka şeyleri de soruyor ve anlıyorum!

"Güzellik mi çirkinlik mi havuz başında heykellik mi?"

Sizce tüm bunlar böyle bir ülkede hiç normal değil mi!?

@alagozmustafa'dan gerçekler: "Şehit olmak mı.. Ne yani! Sanki Türkiye'de mi yaşıyoruz!"


1 yorum:

yorumlarınız benim için değerlidir.